Page 31 - KÜÇÜKÇEKMECE İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ DERGİSİ
P. 31

dalanların  kulaklarına  can  suyu  kaçtı.  Evde,  sokakta  ve   haberlerle,  kulağımız  duydu,  cân  gözümüz  açıldı,  gönlümüz
            pazarda konuşulan sözler onun kalemiyle semâya kanatlandı.   şâd  oldu.  Varlığı  “Dağlar  ile  taşlar  ile  seherlerde  kuşlar  ile”
            “Dil  hikmetin  yoludur!”  diye  bayrak  açtı;  önümüzden  gitti.   bir  bütün  olarak  kucaklamak  gerektiğini;  “Hakk’ı  gerçek
            Arkasından  gelenlerin  üslûbu  oldu.  Sonraki  gelenler  onun   sevenlere  cümle  âlem  kardeş  gelir”  düşüncesini  biz  onun
            izine  basarak  yürüdüler.  Büyük  Hakk  âşıkı  Niyâzî-i  Mısrî  (ö.   anlattıklarından  öğrendik.  Hakk’tan  başka  ne  vardır,  kalma
            1694) bu sebeple “Niyâzî’nin dilinden Yûnus durur söyleyen!”   gümân  (şüphe)  içinde”  diyen  Yûnus,  bize,  “karıncaya  ulu
            dedi.                                              nazarla  bakmayı”  öğretti.  Kulağımıza  “Miskîn  Yûnus  gözün
                                                               aç bak iki cihân dopdolu Hakk!” diye fısıldadı, varlığın Hakk ile
               İlâhî  sevgiden  nasibi  olmayan  kişilerin  anlamadığı  bir   var olduğunu” anladık. Yaradan’ı orada, burada değil, içimizde
            nükte  de  şu  idi  ki  bu  aşk  ve  mânâ  dilimizi  tesis  eden  zât,   aramayı öğretti. Nereye dönersek O’nun yüzünü göreceğimizi,
            ümmî  idi.  Evet  o  bir  ümmî  idi.  “Medreseler  müderrisinin   parmağımızın  değdiği  havanın,  aldığımız  nefesin,  varlığı  bir
            okumadığı aşk dersini” okumuştu. Tanrı dostlarının gezdiği en   derya gibi nuruyla kaplayanın “O” olduğunu öğretti. “Sen ve
            yüksek burçlarda gezindi, gönlünü dil eyledi. Kendisi aradan   ben” denen yerde Allah’ın idrâk edilemeyeceğini: “Gir gönüle
            çıkmış, “Yaradan” kalmıştı. Bu sebeple Yûnus, dilimizin gönlü,   bulasın  Tûr/  Sen  ben  demek  defterin  dür”  diyerek  Cenâb-ı
            gönlümüzün dili oldu.                              Hakk’ın kâmil insanların gönlünde tecellî ettiğini anlattı. “Her
                                                               davâdan  geçen  kişinin  Hakk’tan  yana  uçacağını”  müjdeledi.
               Yûnus,  bize  bir  kâmilin  eşiğinde  nefsinin  nasıl  terbiye   Dünyevî  sıkıntılarla  daralan  gönlümüz  onun  zaman  ve
            edildiğini,  o  eşiğe  basmadan,  yani  hiçbir  gönlü  incitmeden   mekânlar aşan ilâhîleriyle genişledi. Binbir ihtirâs, şehvet ve
            nasıl  geçileceğini  yaşayarak  gösterdi.  Tapduk  Emre’nin   kin  çamuruna  bulaşan  doğamızda  çırpınıp  duruyorduk.  “Bu
            şahsında  aşk  yolunun,  tevhid  ve  irfân  makamının  adresini   bendeki ben” diyenin “O” olduğunu öğretti, gönül darlığından
            verdi. Sevenlerine en gizli sırlarını açtı. İki denizi birleştirenlerle   kurtulduk.
            yüz yüze gelmemizi sağladı! Nefsimizle tanıştırdı, gönlümüzle
            barıştırdı.                                           Yûnus bizi çok sözden kurtardı. İnsanın, nefsinden Allah’a
                                                               yolculuk yapabilmesi için gayrete, sevgiye ve bilgiye ihtiyâcı
               Yûnus,  kapıya  kadar  gelip  de  direnenlere,  dışarıda   olduğunu  söyleyerek  yükümüzü  aldı.  “Ete  kemiğe  büründü,
            gezenlere  içerledi,  acıdı.  İslâm’ın  kurallarından  ve  Allah’a   Yûnus  diye  göründü!”  İnsanın  kendini  gerçekleştirmesi,
            ulaştırma  yollarından  öte  bir  bilgi  alanı  vardı.  Yolcuları,   noksanlıklarından  kurtulup  tamamlanmış  bir  varlık  hâline
            “Takılma!” diye uyardı: “Şerîat tarîkat yoldur varana/ Mârifet   gelmesi  için  aşktan  başlaması  gerektiğini  anlattı.  Aşksızları
            hakîkat  ondan  içeri”  diye  öğütledi.  O,  içeri  girenlerdendi.   aşka  davet  etti.  Sevenin,  sonunda  sevgili  olacağını  bildirdi.
            Söyledikleri  içeriden  derlediği  eşi  benzeri  olmayan  inci   Kısacası  Yûnus  “Gelin  tanış  olalım”  diyerek  aynı  özden
            gibiydi.  Taklit  değildi,  özünden  derlediği  gerçeklerdi.  Bizim   geldiğimizi hatırlattı, bizi özümüzle tanıştırdı.
            de  tahkike  dönmemiz  gerektiğini,  ilimden  irfâna;  sûretten
            mânâya  geçmemizi  istiyordu.  “Hakîkatin  mânâsını  şerh  ile   Hâsılı, sevgi öğretmenimiz Yûnus bize, sevmeyi, sevince
            (açıklayarak) bilmediler!” diye ikâz ediyor, temelsiz bilgilerimizi   insan olacağımızı öğretti, öğretmeye de devam ediyor.
            havuza  atıyordu.  Gözü  çobanda,  gönlü  yabanda  gezenleri
            nefsini bilmeye çağırıyordu.

               “İlim  ilim  bilmektir,  ilim  kendin  bilmektir!”  yahut  “İlm
            okumanın  mânâsı  kişi  Hakk’ı  bilmektir!”  diyerek,  gerçek
            bilginin nefsimizi ve Rabbimizi bilmek olduğunu öğretiyordu.
            Suyu kendi benliğimizin kuyusundan çıkaracağımızı, Leylâ’nın
            da Şîrîn’in de içimizde olduğunu bildiriyordu. Gönül testimizin
            kemâl sahiplerinin ağızlarından akan çeşmelerden yaşarken
            doldurulması  gerektiğini,  “Bin  yıl  dahi  durursa  kendisinin
            dolmayacağını”,  dünün  ve  yarının  olmadığını  söylüyordu.
            İnsanı şimdiki âna davet ediyor, vaktin çocuğu olmamızı ikâz
            ediyor, dem bu demdir diyordu.
               O,  dünya  ambarındaki  buğdayı  elinin  tersiyle  itti.  Ölü
            gönülleri dirilten “nefes”e, ilâhî “himmet”e talip oldu. Himmet
            gönül mahzenindeki hazine idi. “Bana seni gerek seni!” dedi,
            içindeki sultana ulaştı. Yüzünü Hakk’a çevirdi. Gönlünü yere,
            çokları bire indirdi! Bir yokluk ve tevâzu âbidesi oldu. Yolda
            yürümeyi bilmeyenlere yol târif etti.

               Bizim bütün derdimiz var olmak içindi. “Kimde varlık var
            ise gitmez gönül darlığı!” diye tembih etti. Bizi varlığın özüyle
            tanıştırdı.  İslâm’dan,  imândan  ve  ihsândan  uzak  bir  hayat
            yaşayan kişinin işinin zor, ilâhî tecellîye mazhar olan âşıkların
            gönüllerinin “Tûr” olduğunu biz ondan öğrendik.
               Yûnus,  13.  asrın  sonlarında  bir  sabâ  meltemi  gibi
            esti,  içimizi  serinletti.  Cân  kulağımızı  açıp  bilmediğimiz,
            görmediğimiz  illerden  haberler  getirdi.  Onun  getirdiği



                                                                                      KÜÇÜKÇEKMECE MİLLÎ EĞİTİM  29
   26   27   28   29   30   31   32   33   34   35   36